İslam sanatında hayvan figürleri ve anlamları
İslam dininde “tasvir yasağı” olarak ifade edilen, figürlü resmin günah sayılmasına dair Kur’an’da herhangi bir hüküm yer almaz. Putlara karşıt bir tutumdan kaynaklanan bu kanı, daha çok peygamberin hadislerinde ve uygulamalarında karşımıza çıkar. Buna göre ibadet edilen alanlarda insan ve hayvan tasvirinin bulunmaması tavsiye edilir ve Hz. Muhammed ile dört halife devrinde uygulanır. Ancak Emevilerden itibaren erken İslam sanatında hem mimari süslemede hem anıtsal heykeltraşlıkta hem de cam, maden, çini, seramik, ahşap ve dokumacılık gibi küçük el sanatlarında hayvan figürlerini olağanüstü bir çeşitlilik içinde görürüz. İslam sanatında hayvan figürleri kozmik sembollerde de karşımıza çıkar. Hayvan figürlerinden hareketle ortaya çıkan gezegen ve burç sembolleri Ptolemaios’un ‘Almagest’ adlı eserinden Arapçaya tercüme edilen ‘Suvar el Kevakıb’ adlı minyatürlü yazmada çok kullanılmıştır. Medreselerde ders kitabı olarak okutulan bu eser çok sayıda nüsha halinde çoğaltılmış ve 14. yüzyılda kaybolan orijinali olan ‘Almagest’in yerine bu sefer Arapçadan Latinceye tercüme edilmiştir.
Ürdün’de bir Emevi çöl sarayı olan Mşatta Sarayı’nın dış duvarlarını kaplayan kabartmalarda hayvan figürleri sembol olarak sunulur. Sultan II. Abdülhamid döneminde Prusya İmparatoru II. Wilhelm’e armağan edilerek Berlin’e taşınan kabartmalarda çeşitli hayvanlar, gruplar halinde tasvir edilir. Aslanlar ve çeşitli kuşlar ile Yunan-Roma sanatından tanıdığımız griphonlar, kanatlı aslanlar, daha da ilginci kentauroslar karşılıklı kompozisyonlar içinde yer alır. Hatta kabartmalarda bir cennet tasvirinin yapıldığı düşünülür. Kıvrım dallar ve asmalardan sarkan üzümler arasında gezinen, aynı çanaktan su içen aslanlar, tavşanlar ve kuşlar gerçek yaşamda olmayacak şekilde barış içinde görünürler ve böylesi bir ortam ancak cennette mümkün olabilir!
Emevi saray süslemesinde gücün, iktidarın, politik liderliğin aslan figürüyle simgelendiğini gösteren bir örnek Hırbet’ül-Mefcer’de görülür. Filistin’de Eriha’daki bu muhteşem sarayın hamam girişinde bulunmuş olan alçı halife heykeli, İslam Devleti’nin hakimiyetini vurgularcasına sırt sırta iki aslanın işlendiği bir kaide üzerinde görkemli giysileri ve kuvvetle kavradığı kılıcıyla yükselir.
Hırbet’ül-Mefcer Sarayı hamamının ana salonundaki taban mozaiklerinden birinde yine hayvanların sembolik anlamlarına işaret eden bir sahne görülür. Sahnenin ortasında büyük bir meyve ağacı, ağacın bir yanında gezinen ve yaprakları kemiren iki ceylan, diğer yanında ise ceylana saldıran bir aslan vardır. Bir görüşe göre politik bir anlatım içeren sahnede hayat ağacının bir yanındaki iki ceylan Müslümanları yani “dar’ül-islam”ı, diğer yanındaki aslan ise Hristiyan alemini/düşmanları yani “dar’ül-harb”i canlandırır. Ancak bu siyasi yorum, mozaiğin hamam odalarının bitişiğinde, yani saray kompleksinin çok özel, hatta mahrem bir bölümünde yer almasıyla tutarlı değildir. Buna karşın diğer görüş, mozaiğin edebi sembollerle açıklanabileceğini söyler. Arap edebiyatında aslan güç ve cesareti, aynı zamanda hanedanı ve erkekliği sembolize ederken, ceylan veya antilop kadın güzelliğinin simgesidir. Emevi halifesi Velid’in bestelediği bir şiirde, halife av esnasında bir ceylanın peşine düşer ancak tam öldüreceği sırada ceylanın durup zarafetle bakması ona sevgili karısı Selma’yı hatırlatınca öldürmekten vazgeçer ve avını serbest bırakır. Bu mozaikte de kadın ve erkek ilişkileri hayvan sembolizmi çerçevesinde, ‘avcı ile av’ metaforuyla ele alınmış olabilir.
İslam sanatında, Türk etkisiyle, seramik eserlerde hayvan figürlerini erken dönemlerden itibaren görebilmekteyiz. Samarra Cevsak’ül-Hakani Sarayı’nda yapılan kazılarda bulunmuş olan hayvan figürlü lüster çiniler de Abbasi ordusundaki Türklerle ilişkilendirilir.
AVRASYA HAYVAN ÜSLUBU
Hayvan figürlerinin sembolik anlamlarla iç içe geçtiği sanat eserleri konusunda en zengin örnekleri ‘Avrasya hayvan üslubu’nda buluruz. Orta Asya’dan Rusya’ya kadar uzanan tüm Avrasya steplerinde, yaklaşık olarak MÖ 1000 – MS 1000 yılları arasında uygulanmış olan ‘hayvan üslubu’nun temel özelliği stilize hayvan figürlerini kullanması ve taşınabilir eşyalar üzerinde görülmesidir. Bu üslubun, steplerde yaşayan bütün göçebe uluslarda ortak olduğu ve Türklerin de bunlar arasında bulunduğu varsayılır. En çok rastlanan hayvan figürleri geyik türleri, keçi, antilop, eşek, yak, ayı, kaplan ve fantastik bir yaratık olan grifondur. Bunlar tek işlenebildikleri gibi çiftli mücadele halinde veya karşılıklı olarak da gösterilir. Çoğunlukla tunç ve altın elbise ile kemer aplikleri, kemer tokaları, at koşum süsleri olarak kullanılan bu madeni kabartma levhalarda hayvanlar serbest hareketler içinde canlandırılır. Çoğu örnekte başlar geri döndürülmüş, vücutlar “S” şeklinde bükülmüştür. Avrasya hayvan üslubunun zengin anlatımı İslam’ı kabul ederek inanç sistemini değiştiren, göçebe gelenekleri geride bırakarak Anadolu’ya yerleşen ve yaşam tarzını değiştiren Türklerin sanatında güçlü izlerini daha uzun yüzyıllarda sürdürecektir.
BOZKIRDAN ANADOLU’YA HAYVAN SEMBOLİZMİNİN GÖÇÜ
Türk sanatında duygular, düşünceler, tüm soyut kavramlar hayvan figürleriyle sembolleşir. ‘Avrasya hayvan üslubu’ ve Orta Asya 12 hayvanlı takvim sistemi, bu semboller dünyasının somutlaşmış örnekleridir. Başta maden sanatı olmak üzere dokuma ürünlerinde, seramik ve çinide, deri sanatında, ahşap ve taş oymalarda son derece zengin bir hayvan figürü kullanımı bu sanatın karakteristiğidir. Geniş steplerde sürekli hareket halinde bulunan Türk boylarının toplanma ve tören alanlarına işaretlemek amacıyla koydukları geyikli taşlardan, hayvan figürlü mezar taşlarına değin uzanan bir geleneğin temsilcileri farklı coğrafyalarda ortaya konmuş olsalar da aynı anlayışın yansımalarıdır. Hayvan figürlerinin değişik varyasyonları fantastik varlıklara da dönüşür ve sanat eserlerine yansır. Tek hayvan figürleri, mücadele ve av sahneleri ile süvari betimleri figüratif anlatımın kalıplaşmış kompozisyonlar haline gelen örneklerini de sunar. Bu yoğun kullanımda Türklerin yaşadığı coğrafyaların, kültürel etkileşimlere açık zengin etnik yapısının ve İslamiyet öncesindeki inanç sistemlerinin payı büyüktür. Gazneli Sultanı III. Mesud Sarayı kazılarında ele geçmiş olan kabartma hayvan figürlü duvar çinileri ise hayvan tasvir etme alışkanlığının, İslam’ın kabulünden sonra da devam ettiğine dair örneklerdendir.
Selçuklu sanatında seramik ve çini dekorları haricinde kimi zaman hayvan formlu sofra eşyası olarak bazen de başlı başına figürin şeklinde çeşitli hayvan tasvirlerine rastlanır. Büyük Selçuklu sanatı mimari süslemeden küçük el sanatlarına dek zengin bir figür repertuarı sergiler. Türklerin İslam’ı kabul etmeleri ve yerleşik düzene geçmeleri ile mimari süslemelere yansıyan figüratif anlatım geleneği, Anadolu medeniyetlerinin köklü gelenekleriyle de birleşerek zenginleşir. Anadolu Selçuklu medrese, şifahane, han, kervansaray, kale ve kümbetlerin taş cephelerinde, saray ve köşklerin alçı kabartma ve çinilerinde hayvan tasvirlerinin görkemli örnekleri tüm figür repertuarını ve semboller dünyasını gözler önüne serer. Kubadabad Sarayı çinilerinde kartal, aslan, pars, tavuskuşu, balık gibi soyluluğu veya bereketi simgeleyen hayvanların yanı sıra doğada gözlemlenen at, su kuşları, eşek, köpek gibi pek çok hayvan betimlenir.
Çift başlı kartallar, kanatlı aslanlar, harpiler, ejderler, hayat ağaçları, kuşlar Şaman geleneklerinin ve İslam öncesi inanç dünyasının izlerini Anadolu mimarisinin cephe süslemelerinde yansıtmaya devam eder.
BEYLİKLER VE ERKEN OSMANLI’DA SÜREN GELENEK: HAYVAN FİGÜRLÜ HALILAR
14. yüzyılda Avrupa resminde Beylikler dönemine ait “erken dönem hayvanlı halılar” olarak sınıflandırılan gruba yer verildiği görülür. Alman müzeciliğinin kurucularından Wilhelm von Bode tarafından bilim dünyasına kazandırılmasından ötürü “Bode Halısı” olarak tanınan “ejder ve zümrüd-ü anka kuşu” betimli halı ve benzerlerine İtalyan ressamlar Domenico di Bartolo ve Antonio Pisanello’nun eserlerinde rastlanır.
1925 yılında İsveç’in Jämtland eyaletindeki Marby köyünde terkedilmiş bir kilisede, iki parça halinde bulunması nedeniyle “Marby Halısı” adıyla bilinen kuş figürlü halı, Anadolu halılarının 14. yüzyıldaki geniş yayılım sahasını gözler önüne seren nadide bir örnektir.
Anadolu Beylikleri dönemine özgü kuşlu halıları Ambrogio Lorenzetti, Niccolò di Buonaccorso ve Giovanni di Paolo da resmeder. Giovanni di Paolo’nun bir resminde papanın tahtı altında serili kuşlu halı, papanın kuş tasvirli bir halıyı çok sevdiğine ilişkin rivayeti doğrular niteliktedir. 14. yüzyılın ortalarında bir sekizgen içinde iki yanında kuşlar duran ağaç tasvirli büyük taban halıları görülür. Karşılıklı iki kuşun yer aldığı halıları ise Lippo Memmi, Sano di Pietro ve Andrea Mantegna’da bulmak mümkündür. İlerleyen yıllarda iç içe hayvanların betimlendiği halılar gündeme gelir. Fra Angelico’nun bir resminde ise Meryem ve İsa’nın tahtı önünde serili bulunan halıda kare alanlar içinde, eski Türk halılarındaki kompozisyonları hatırlatan ancak çok renkli bir çeşitlilik sunan hayvanlar betimlenmiştir.
İç içe hayvanları tasvir eden halılara ait bilinen örnekler, halı literatüründeki adlarıyla “Cagan” halısı ile “Tibet” halısıdır. Cagan Halısı, 1980’li yıllarda Fred Cagan tarafından Katmandu’daki bir Tibet manastırında keşfedilir ve panolar içinde iç içe tasvir edilmiş hayvan figürlerinden oluşur. “Tibet halısı” olarak adlandırılan iç içe hayvanları gösteren Anadolu halısı ise yine Çin devriminde yerle bir edilip yağmalanan Tibet tapınaklarından birinde bulunmuştur. Her iki örnek de Türk düğümlü Anadolu halılarının doğudaki yayılımını işaret eder. Türk halıları ticaret yoluyla hem Avrupa’nın en batısına hem de Asya’nın içlerine dek yayılmış, Budist tapınaklarında ve Hristiyan kiliselerinde yaygın kullanım görmüştür. Tablolarda Meryem ve İsa’nın ayakları altına serilen, kiliselerin en kutsal bölümlerini süsleyen, pencerelerinden sarkıtılan halılar, tarih boyunca taşıdıkları kıymete eşdeğer bir itibar görür.
Selçuklu geleneğinin mirasçısı olan Anadolu beyliklerinde mimariye bağlı süsleme alanında hayvan figürü kullanımı azalır, Osmanlı döneminde ise ortadan kalkar. Ancak el sanatlarında ‘Avrasya hayvan üslubu’na ve Selçuklulara dayanan geleneklerin izleri uzun süre yaşamaya devam eder. Ancak el sanatlarında Avrasya hayvan üslubuna ve Selçuklulara dayanan geleneklerin izleri uzun süre yaşamaya devam eder. Bu durum yönetici sınıfın sanatsal alanı olan mimaride figürlerin silindiği, halka ait olan el sanatlarında ise direndiği şeklinde yorumlanır. Beylikler ve Erken Osmanlı Devri halı sanatında görülen stilize hayvan figürleri ‘Avrasya hayvan üslubu’nun Anadolu’daki devamı niteliğindedir. Erken Osmanlı döneminde İznik atölyelerinde oyuncak veya süs eşyası olarak üretilen pişmiş toprak kuş, koç gibi hayvanları canlandıran heykelcikler de bu zengin hafızanın izlerini taşır.
*Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü, Prof. Dr.